İlk videomuzun konusu altered carbon ve bizim hikayemiz. Diziyi izlemediysen şimdiden uyarayım, biraz da olsa spoiler verebilirim. Eğer izlemediysen en kısa sürede izlemeni tavsiye ederim.
Zihin dediğimiz şey nedir? Elle tutulur somut bir şey olmadığını biliyoruz tamam da canlıların sadece bir kısmı kendi varlıklarının farkındayken, kendi varlığının farkında olduğunun farkında olan tek canlı biz insanlarız. Biliyorum biraz karışık geldi, ama galiba hikayeyi en başından almamız gerekiyor.
Uzun zaman önce yeryüzünde, dev gibi canavarlar, avlarını yakalayabilmek için evrimleşmiş yırtıcılar, avcılarından saklanmak için kendilerini kamufle edebilen canlılar, güçlü, hızlı, avantajlı canlılar yaşıyordu.
Ancak içlerinden bir tanesi vardı ki, ne güçlü kuvvetli, ne boynuzlu, ne hızlı ne de kendisini avcılardan koruyabilecek veya avlarını yakalayabilecek bir özelliğe sahipti. O zamanın dünyasında en savunmasız, en zayıf ve en çok korunmaya ihtiyacı olan belki de acınası bir tür. Homo sapiens.
Rakiplerinin ve düşmanlarının keskin pençeleri, hızlı ayakları, özel yetenekleri vardı. Kendine has evrimleşmiş bir özelliği olmayan homo sapiens cinsi, böyle bir dünyadayken en fazla birkaç yüzyıl dayanır gibi görünüyordu.
Ancak garip bir şey oldu. Düşmanları ve rakipleri daha hızlı ayaklara, daha güçlü zırhlara ve diğer üstün özelliklere sahip olurken, homosapiens daha zeki olmak zorunda kaldı. Çünkü zeki olmayan ve topluluğa ayak uyduramayan ölüyordu. Böylece homosapiens’in silahı zeka oldu. Artık onlara insan diyebiliriz.
insanları diğer canlılardan ayıran en büyük ve en güçlü özellik zekası ve zihni oldu. Bu sayede kendinden onlarca kat güçlü yırtıcıları avladı, barınabildi, tehlikelerden korunabildi. Kendi türünü ayakta tutabildi ve neslin devamını sağlayabildi.
yine de kim bilebilirdi ki, mağaralarda yaşayan, topladığı meyvelerle ve zar zor avladığı yırtıcılarla beslenen bir tür, üzerinde yaşadığı gezegene hükmedecek? Gezegen üzerinde tek söz sahibi olacak ve diğer türlerin hepsini kontrol edecek.
İnsanlığın hikayesi, bizim hikayemiz böyle başlıyor. Kurak savanalardan ve tehlikelerle dolu bir yaşamdan yerleşik hayata. Zekamız sayesinde çok fazla şey kazandık ve gücümüze güç kattık. Fakat yerleşik hayata geçmemize sebep olan tam olarak neydi? Yani ne oldu da birden bire ‘Haydi yerleşelim şuraya ve tarım yapalım.’ dedik?
Hadi diyelim ki bir şekilde yerleşik hayata geçtik. İyi de bunun bize ne faydası oldu? Gerçekten ilerlememiz için tarım devrimi ve yerleşik hayata geçmemiz şart mıydı?
Harari ‘Hayvanlardan Tanrılara Sapiens’ isimli kitabında bu konuya şöyle değiniyor.
“Tarım Devrimi yeni ve kolay bir yaşam biçimi sağlamaktan ziyade, çiftçilere genellikle avcı toplayıcılarınkinden daha zor ve daha az tatmin edici bir yaşam oluşturdu. Avcı toplayıcılar zamanlarının daha büyük bölümünü, çeşitli ve insanı zihinsel olarak uyaran faaliyetlerle geçiriyorlardı, ayrıca açlık ve hastalıkla boğuşma ihtimalleri de daha düşüktü. Tarım Devrimi insanlığın elindeki toplam gıda miktarını kesin olarak artırdı ancak daha iyi bir beslenme veya daha çok keyifli zaman yaratmadı. Daha ziyade nüfus patlamasına yol açarak şımarık seçkinler yarattı. Ortalama çiftçi ortalama avcı toplayıcıdan daha fazla çalışarak karşılığında daha kötü besinlere sahip oldu. Tarım Devrimi tarihin en büyük aldatmacasıdır.[28]
Bunun sorumlusu kimdi? Krallar da değil, rahipler ya da tüccarlar da. Suçlular buğday, pirinç ve patatesin de aralarında bulunduğu bir avuç bitki türüydü. Homo sapiens bu bitkileri evcilleştireceğine, bunun tam tersi gerçekleşti.”
Bu konuyu derinlemesine araştırıp incelemek ve düşünmek lazım. Sebebini bilemiyoruz fakat bir şekilde tarım devrimi gerçekleşti ve avcı toplayıcı atalarımız yerleşik hayata geçti.
Yerleşik hayata geçmeseydik ne olurdu bilemiyoruz. Şu anda nasıl bir dünyada yaşardık, toplumumuz nasıl şekillenirdi, mimarimiz olur muydu, olursa nasıl olurdu, dünyaya bakış açımız nasıl şekillenirdi mesela? Bu sorulara cevap verebilmek oldukça zor, fakat bir konu hakkında emin olabilirdik, o da zekamız ve bilincimiz.
Hangi seçenek olursa olsun, insanlık zaten belli bir zeka seviyesine geldikten sonra yerleşik hayata geçti. Ve zekası sayesinde dünya üzerinde tek hakim güç olabildi. Zekayı ve bilinci anlamak oldukça zor. Çünkü ikisi de soyut bir kavram ve bilinci, yani farkında olmayı anlatmak pekte kolay değil.
Örneğin günümüzde birçok yapay zeka var fakat bu yapay zekaların bilinç sahibi olduğunu söyleyebilir miyiz? Eğer bilinç demek farkında olmaksa, birçok yapay zeka görevi gereği birçok şeyin farkında olabiliyor. Dünya satranç şampiyonunu yenen yapay zeka mesela. Oyunun ve kurallarının, rakiplerinin yapabileceği ve yaptığı hamlelerin, kendi yapacağı hamlelerin ve olası sonuçların farkında.
Veya en basitinden, karanlıkta bizi algılayıp ışığı yakan lamba devreleri bizim farkımızda. Tamam bu çok kötü bir örnek oldu. Ama bilinçli olabilmek için farkında olmak yetiyor mu? İşte bu yüzden birçoğu bilinci, kendi varlığının farkında olmak ve farkında olduğunun bilincinde olabilmek diye tanımlıyor.
Küçük yaşlarımdan beri bu konuyu düşünürüm. O zamanlar şu aklıma gelmişti, beynim çok ileri bir teknoloji sayesinde, nöron sayılarından tut, bu nöronların kurduğu bağlantılara kadar bir şekilde kopyalansa, o zaman bu kopya ben mi olurdum?
Benden iki tane mi olurdu, yoksa yeni kopya, ben, eski beynimde ölü bir beyin mi olurdu? Eğer bu mümkün olsaydı ve her iki beynim de çalışır vaziyette olsaydı, muhtemelen benden iki tane olurdu. Peki diğer kopya ben, gerçekten ben mi olurdum yoksa kendini ben zanneden bir kopya mı?
Hafızalarımız ve anılarımız, dünyaya karşı bakış açımız aynı olacağı için muhtemelen kendini ben zannedecekti, veya gerçekten de ben olacaktım. Ve yeni ben şöyle diyebilirdi ‘artık kendimi daha uzun ömürlü bir bedene taşıdım. eski bedenimi yok edelim.’ ama o sırada da ben aslında hala ben olacaktım ve kendi yarattığım kopyam beni öldürecekti. Dur bir saniye beynim yandı 🙂 Kopyalama olasılığından benden iki oluyordu ve gerçekte hangisi benim bilemiyorum.
O yüzden beynimi kopyalamak yerine, her bir beyin hücremi, yeni ve daha dayanıklı, daha hızlı olanlarıyla tek tek değiştirselerdi. O zaman gerçekten de beynim hem kopyalanmış olacaktı, hem de benden iki tane olmayacak ve hangisinin ben olduğum konusunda şüpheye düşmeyecektim. Kendimi bir hafıza kartına yedeklemiş gibi.
Altered carbon dizisinde de bunun bir benzeri olay mümkün. İnsanlar uzak bir gelecekte, zihinlerini yedeklemeyi başarıyorlar. Hayatları boyunca enselerine taktıkları bu elmas benzeri bir çipe bilinçleri ve anıları yedekleniyor.
Bir şekilde bedenleri öldüğünde ise bu çip sayesinde başka bir bedende bilinçlenip yaşamaya devam edebiliyorlar. ilk sezonda baş karakter bir cinayeti çözmek üzere yüzyıllardır uyutulduğu bir çeşit zihin hapishanesinden uyandırılıyor. Cinayete kurban giden kişi bir multi milyoner. bir şekilde ölüyor fakat o sırada sunucu ile olan bağlantı probleminden dolayı, ölüm anı çipe kaydedilmiyor ve tekrar uyandığından neden öldürüldüğünü hatırlamıyor.
Film bu olay üzerine şekilleniyor ve hikayesinden tutta yaratılan evrene kadar oldukça güzel ve insanı içine çeken öznellikleri var. Fakat dikkatini bir şey çekti mi? Cinayete kurban giden karakter sunucudan kaynaklanan problem nedeniyle kendini yedekleyemiyor ve uyandığında o anı, ölüm anını hiç yaşamamış gibi oluyor. Tıpkı önbellekten sabit belleğe alınmadığı için bilgisayar kapandığında kaybolan veriler gibi.
Yedeklendiği zaman tekrar başka bir vücutta canlanabiliyor, bir flaş belleğe kopyalanmış veri gibi. Hatalar meydana gelebiliyor ve akıl sağlığımızı kaybedebiliyoruz. Bu açıdan baktığımızda bilgisayar programı gibi değil miyiz sence de? Kendimizi çok mu yüceltiyoruz acaba? Bir yazılıma göre kendimizi fazlaca şımartmış olabiliriz.
“Bedenin, sen değilsin. Deri değiştiren yılan gibi değiştirebilirsin onu. Arkanda bırakıp unutabilirsin.”
Videoyu izlemek için tıkla.
No responses yet